Bir Talebenin, İmanını Kaybetmesine Sebep Olan Üç Kabahati

أَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ     بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

وَلَوْ اَنَّهُمْ اَقَامُوا التَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ مِنْ رَبِّهِمْ﴿

﴾لَاَكَلُوا مِنْ فَوْقِهِمْ وَمِنْ تَحْتِ اَرْجُلِهِمْۜ مِنْهُمْ اُمَّةٌ مُقْتَصِدَةٌۜ وَكَث۪يرٌ مِنْهُمْ سَٓاءَ مَا يَعْمَلُونَ۟

“Eğer muhakkak olarak o ehl-i kitap Tevrat ve İncil’i ve Rabbilerinden kendilerine indirilen Kur’ân-ı Azîmüşşân’ın ahkâmını ikame (hakkıyla tatbik) etseydiler, üstlerindeki (semadan) yağdırmakla, ayaklarının altındaki (yerden bitirmekle) elbette yerlerdi (yani çok bolluk olurdu). Onlardan muktesid ümmet (orta hâlli insanlar) da vardır. Onlardan birçoğunun yaptıkları ise ne kadar fenadır.” (Mâide Sûresi:66)

(…)

Bu dersteki ayetimizin tefsirinde, Rûhu’l-Beyân da şöyle bir kıssa vardır:

Fudayl bin İyad (Rahimehullâh) hazretlerinin bir talebesi vardı. Çok bilgili ve beğendiği bir talebesi idi. Fudayl bin İyad Hazretleri bir gün bu talebesinin ölmek üzere bulunduğunun haberini aldı. Hemen yanına gidip başucuna oturdu ve Yâsîn-i Şerîf okumaya başladı. Talebesi: “Yâ üstad, okuma!” dedi. Fudayl Hazretleri sustu, bu sefer telkin getirmek için “Lâ İlâhe İllâllâh” dedi. Talebesi yine: “Lâ İlâhe İllâllâh deme! Zira ben bu kelime-i tevhidden beriyim” deyip o hâl üzere öldü.

Fudayl bin İyad Hazretleri evine döndü, 40 gün evinden dışarı çıkmadı ve ağladı. Sonra rüyasında gördü ki o talebesi cehenneme atılıyor. Ona sordu: “Hangi şey bu marifetin senden soyulmasına sebep oldu, oysa ben seni en iyi talebem bilirdim.” Talebesi dedi ki: “Üç kabahatim vardı.

Birincisi: Nemmamlık ederdim. Sana dediğimin hilâfını arkadaşlarıma derdim.

İkincisi: Arkadaşlarıma hasûdluk (çekememezlik) ederdim.

Üçüncüsü de: Bende bir hastalık vardı. Doktora gittim. Hastalığımdan sordum. O da bana her sene bir kadeh şarap içmemi, eğer içmezsem bu hastalığın bende baki kalacağını söyledi. Ben de bu illet için içtim. Bu üç kabahat benden imanın çıkmasına sebep oldu” dedi. Neûzubillâh!..

Hocaların, âlimlerin muhalefetleri ufak olmaz. Ufak zannedilir ama değildir. Kur’ân-ı Kerîm ilmi ile uğraşan hocalarımıza tembih ediyorum: Onların hiçbir kötü hareket yaptıkları olmamalı ve kötü söz söyledikleri duyulmamalıdır. Nefse muhalefet lazımdır. Nefse muvafakat ettin mi, heybetten düşersin.

Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in ümmetinden olduğumuza göre ona ittiba etmemiz lazımdır. Bir aylık yoldan ismini duyanlar ondan korkuyorlardı. Ümmet kâmil olursa, kâfirler ondan da korkarlar. Eğer Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bugünkü ümmetinden korkmuyorlarsa anlayınız ki ittibada noksanlık vardır.

Karanlıkta, mecliste, tenhada, meydanda Mevlâ’ya muhalefet etmeyeceğiz. “Ben Allah’ın ehliyim. O’nun hatırını sayacağım. Bu Kitab’ı muhafaza edeceğim” demeli. “Bunu hem yaşayacağım, hem yaşatacağım, hem seveceğim, hem sevdireceğim, hem öğreneceğim, hem öğreteceğim” demeliyiz.

Her talebe böyle karar vermeli. Kız olsun, erkek olsun; zayıf olsun, kuvvetli olsun. Nefsi bir fenalık emredince hemen akla gelmelidir ki, biz Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i temsil ediyoruz. ”Bu iş bana yakışmaz” demeli ve nefsin bu isteğini defetmeli.

Nefis, her nerede bir farz, vacib, sünnet, müstehab, edep, terk edilmesini isterse, olmaz! ”Ben kendim küçüğüm ama büyük yerde bulunuyorum. İslâm’ın yüz karası olmamalıyım” demeli. Hemen nefsin bu kararından dönmeli. Yâ Rabbi! Bütün talebelerimizi ve hocalarımızı bu şerefe nâil eyle. Âmin.

Nefisten bir muhalefet geldiğinde muhalefet kapısını kapatmalı. Her bir Müslüman böyle düşünmeli. ”Evet, ben aciz biriyim ama benim temsil ettiğim Müslümanlık büyüktür” diyerek daima İslâm’ın şanını yüceltecek işlerde ve yerlerde bulunmalı.

İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin Mektûbatında 1/261. mektubunda bir şiir vardır.

Dostum, efendim (yani Rabbim) makamımı yüksek etti,
Ben onun yüksek etmesi sebebiyle yıldızları ve ayı geçtim,
Sanki ben kendinde ilkbahar bulutu bulunan bir mümbit araziyim,
Ki o bulut, safi su yağdırıyor,
Eğer benim için bir lisan olsa ve ben o lisan ile Rabbimi övsem,
Utanmaktan gayri bir şeyim artmaz.

İşte bu beytin manasınca, kim olursak olalım, ”Ben bir kadınım benden ne çıkar” demeyelim. Zira kemalât Mevlâ’ya aittir. İslâm dininin mensupları olduğumuz için düşük işleri yapmak bize yakışmaz. Gizli, aşikâr her ne olsa duyulur…

İktibâs: Mahmud Efendi Hazretleri, “3. Sohbet”, Sohbetler, Siraç Kitapevi, İstanbul, c.1, s. 62-64.